20 Nisan 2013 Cumartesi


Bir gün parmakları parmaklarımın arasındaki boşlukları asla dolduramayacak bir adama aşık oldum.  
Sesim, beynimle çatışma içinde olan hislerimin avuçlarını boynuma dolayıp usulca sıkmasının ardından, bir daha çıkmadı. Sessiz kaldım. Sessiz kalırken bir şeyleri anlatmaya çalıştım. Kimse anlamayacaktı, biliyordum. Kimse duysun dahî istemiyordum.
Elinden tutup ‘gel’ diyemiyordum. Ellerim, tenine dokunduğu an tamamen yok olacağımı biliyordum. Hem çok yakınımda nefes alıyor hem de kilometrelerce uzaklara bakıyordu. Nasıl başardığını bilmiyordum ama o kahramanım oluyordu.
Gökyüzünü içiyordu bakışları. Gözlerinin beyazında uçuşan kuşlar görüyordum. Sonsuzluk kelimesine bir anlam buldum diyordum kendi kendime.
Asla ‘gitme’ diyemeyeceğim bir adamı seviyordum. Hiç gelmeyecek bir adamı düşlerime misafir ediyor, zihnime yatırıyor, geceleri dudaklarımın arasına gizlediğim adını içimden binlerce kez tekrarlayarak uykuya dalıyordum.
Nefes alışı bile farklı geliyor, kendime aradığım hayat iksirini bulduğumu söylüyordum.  
Uzaklara baktığında ne düşündüğünü asla bilmek istemediğim aynı zamanda ölümüne merak ettiğim bir adamı seviyordum.
Sonsuz bir sadakatle hayaline bağlıyordum kendimi. Kendi hikayemin baş kahramanı olduğunu izlerken onun başka hayatların başrolünde olmak istemesine razı geliyor, yine de ona kızamıyordum.
O her istediğini elde edebiliyorken ben elde edebileceğim her şeyi onun için elimin tersiyle itip belki bir gün dediğim hayallerimle şehrin sokaklarında dolanıyordum.
O anda ne yaptığını bilmediğim halde içimde sıcaklığını hissettiğim için gülümsüyor; yine seviyordum.
Üzerinde yürüdüğüm hayal kırıklıklarına rağmen onu düşününce her şeyi unutuyordum.
Bir adamı seviyorum.
Karanlık kış gecelerine benziyordum, o sarı saçlı sonbaharlar arıyordu.
Hiçbir zaman benim olmayacak, farkıma varmayacak bir adamı içimde büyütüyorum. Gözlerinin tam içine baktığımda kendimi göremediğim bir adamı seviyorum.

Hiç yorum yok: